www.gilaniler.org Sitesine

http://www.gilaniler.org/

İnsan ve Sanat (SANAT)

İNSAN VE SANAT

İnsan ilk dünyaya geldiğinde ne bir şey biliyordu nede sanati. Hatta yürümeyi, konuşmayi, sevgiyi bilmezdi. Ama süreç içinde yavaş yavaş ayaklarinin üstüne dikilmeyi, yürümeyi ögrendi.
Sopa kullanmayi, taş atmayi, ağaç kesmeyi ve Ayni zamanda avlanmayi öğrennen insannın bin yillar yürüyüşü sonucunda insanlık insan değeri olan sanatla böyle buluşur.Sanat toplumun istemi ve şekillenmesine katkı sağlar.

Bu buluşma ilk insanlarin mağara taş ve ağaç oyuklarinda yavaş yavaş uzaklaşmayi ve kominal bir yaşam artaya çikarir. işte sanatin başlangici burda. Bu sürec ilkel kominal toplumda feodal topluma uzanir gider. Tabi kişinin sanat işlemeye başlayana kadar buna sanatcinin sanatla tanişmasi denir. Tipki bir demircinin nasil demiri işlediği gibi, nasil bir çiftçi tarlasini işler. Sanat böyle büyür ve bir yandan da insanin kendisini daha güzel daha rahat olmasi için birde kendisine yansiyan duygusunu dile getirmek, arzusu ile sanat ci çıkar meydana. İşte sanatci sanatına kendi becerısını, duygulari ile, halki ve doğa karşı duyguları sevda ile yeşerir. İste sanatcilik burda halkin gönlüne duygularina hitap eder ve onalarin mirildadiği müzikiyi topluma yansitir.
O zaman sanat eserleri ortaya cikar.

Sanatcinin halkla ilişkileri

Evet sanatci halkin dili, sazi, sözü onun duygularının tercümeni en iyi günü tipki bir güneş gibi halkı aydınlatmalı. Halkın sevgisini halkın tepkisini algılamalı ve yansıtmalıdır. Nasilki tabiyat anna her şeye hayat veriyorsa, sanatcida kendi dalında tarlaya ile tohum gibi, ormanla ağaç gibi, bulut ile yagmur, etle kemiğin birleştiği gibi halkla birleşmeli. Sanatcisıda halkla öyle birleşmeli ve halka doğaya bağli olmalidır.

Sanatci olunmaz sanatci doğulur. Biraz zamanim var saz çalim demekle sanatci olunmaz. Herkes sanatci olamaz, onun için bir sanatci diyaletik bir yaklaşımla olguları kavramalı yaklaşmalı ve sentezini halkla paylaşmalıdır. Böyle olmalıki sanatı işlesin yani doğma hazir olmali, O her an her yerde yaşamın içinde olmal, onun için bir sanatci çok iyi bir dinleyici iyi bir sezginci iyi bir insan olmali. Sanatci nin hal ve hareketleri bir olmali. Sanatcı iyi bir insan olmalı her tavır ve davranişları halka örnek olunmalı ayrıca iyi bir dinleyici ve gözlemci olmasi onun toplumla olan ilişkişisi, tabiat ile olan ilişkisi ahlaki birliği oluşumunda çok önemli bir etkendir. Söylemiştik, demiştik sanatci olunmaz, sanatci olgunluğuda beklenmemelidir.

Onun için müzik ve sanat insanin ruhu varliği ve gidasidır. Yaşamın her alanında mutfakta, banyoda,çalışırken yürürken yani kisacasi hayatin her alaninda senin ile beraber olan bir alişkanlık ve kimlik olmalıdır.
İyi bir sanatci iyi dinleyici olur, iyi bir sanatci ögretici olur. Iyi bir sanatci iyi bir halk adami olur. Onun için derler emek veren ekmekcıye ekmek ver,kadır kimet bildiğinde emekeğe emek kattığında bir ekmekte üste ver.

Başta belirtmiştim insanlik tarihi başlamasiyla sanatlar ve sanatcilar beraberinde doğmuştur. Sanatci halk ile var olur. Halkin dili, kulaği olur. Halkın sazi sözü olur.
Buda Veysel baba aşağıdaki mısralarında şunu söylediği gibi.


Ben giderim sazin kalir
Tostlar beni hatirlasin
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatirlasin

Sanatcinin iste halkla olan ilişkisi çok net, bir sekilde ortaya çikiyor. Ayrıca halk ozanları tahri ve toplum var oldukca var olacak olan Pir Sultani Apdal, Mahsuni Şerif baba su sözlerle halkin sanatcisini en iyi bir şekilde ortaya koymuştur. Halk sanatcisi ayni zamanda iyi bir halk politikacisıda olmalidır.

Uzak yakinda yuh çekme bana
Sana senin gibi baktim ise yuh yuh
İnsanin sırtında doyana doyana
Sana senin gibi baktim ise yuh
Yuh soyanlara insanliğa kiyanlara
Yuh yuh yuh

Iste sanatcinin halkla iliski kisaca özetlersek böyle olmalıdır.

OZAN

08.10.2004



KÜLTÜR ve SANAT : 10. 12. 2004

Kültür ve sanat üzerine birkaç yazı okumuştum yanılmiyorsam YILMAZ güney ‘in sanat ile ilgili görüşleri bir çok kere devrimci basınlarda yayınlandı, doğal olarak Tükiye işçi sınıfına, emekçi halkına, ayrıca, enternasyonal proleter cephesinde’de yankı bulan yilmaz güney’in devrimci, siyasal görüşleri, ve bu görüşlerini hiçbir baskı ve yıldırma politikası karşısında geri adım atmaksızın, tam tersı o herzaman kinden daha çok ezilenlerin davasını savundu bedel ödedi ve ödetti, ta’ki Fıransa’da öldüğü güne kadar. Şimdi bu yazım’ı okuyan dostlarım belki diyebilirler, sifonluların sitesin’de kültür ve sanat sayfasın’da kendi ideolojisin’in propagandasını yapıyor diye, o açıdan hoş bakmayanlar olabilir, ben peşinen belirtmek isterim ; bizim yöremiz’de bir söylev var :(oruç tutmayan kürt başını biryere bağlamıştır) diye.Yeniden kültür ve sanat’ a dair yazacağım birkaç satır yazının içinde konu ile ilgili düşüncelerimin ana temasını kondurup toparlamaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlar yaşadığımız bu toplumun sınıflı bir toplum olduğu olgusunu kafamız’a koymamız lazımdır. Çünkü toplumda farklı, sınıf ve tabakaların varlığı beraberinde farklı bakış açılarınında olacağı gerçeğini asla unutmamalıyız. Belirtmek istediğim önemli noktayı bukez eski sovyetlerbirliği dönemine ait bir işçinin bolşevik partisinin yayin organı istikrara muhabirinin sorularına yalnız şunu söyler ; << Bildiğim tek şey dünyada iki sınıf var ezen ve ezilen, ve ben ezilenlerdeyim anlayacağın varsa>>. Şimdi bu çarpıcı örneğin işığında rahatlıkla bende işçiyim diyebilirim, o halde meseleleri değerlendirme’de, kullanacağım yöntem ; materyalist diyalektik bakış yöntemidir, buyöntem bu gün daha çok gerekli, zira dünyada yaşanan bu zorlukların, temelinde onun yokluğunun büyük payı vardır. Ozan arkadaşın belirttiği gibi sanatçı halkının sanatçısı, halkın gözü kulğı, sesi, hatta savaşçısı olmalı, Yilmaz güneyin sanatla ilgili düşüncesini özümseyip siteye göndermesi, inanın beni sevindirmiştir, ayrıca yazının altına yılmaz güney olarak not düşseydi daha çok sevinirdim. Birde şunu doğru bulmuyorum : sevgili Ozanın göndermiş olduğu yazı kendiside çok iyi biliyorki, o görüş dünyadaki sınıf çatışmalarından derlenmış özelliklede emekle sermayenin sahneye çıkışıyla harlanmış ezilenlerin müthiş bir mücadele tarihinin fedakarlık, kahramanlık, ve zaferlerin genel analizinin yanısıra ,aynı zamanda dünya komünistlerinin ortak mirasıdır’da , şimdi elbetteki (ML) kimsenin babasının tekkelinde değil, ama göz göre göre, sözüm ona birde sanki aşık Veysel ve Mahsuni Şerif babalar, Türkiye devrimci hareketinin içinde iz bırakmış önderlermiş gibi aşırı iltifat sunma, yada diğer manada da, halkın davasının herzaman değil dönem dönem yanlarında oldukları doğrudur. Ben şahsen sevgi ve saygıyla anıyorum Mahsuniyi ve Veysel babayı , lakin aşırı abartmayı onlara haksızlık olur diye düşünüyorum. Ayrıca, bu tür ciddi yazılarda yaptığımız alıntılara dikkat etmelıyız, tersi durum okuyucuların kafasında karışıklık meydana getirebilir kanısındayım. Bu konuyu biraz fazla irdelememin amacı arkadaşlarımın çalışmalarına köstek olma gibi bir niyetimin asla sözkonusu bile olamayacağın‘dan ziyade, bundan sonraki çalışmalarımıza daha çok katkı sağlar diye umuyorum. Gerçek sanatçı kavramı : ikiye ayrılır.
Bırincisi : devrimci sanatçı, halkın sanatçısı.
Ikincisi : burjuva sanatçısı, ezenlerin sanatçısı.

Bu bağlamda, halk sanatçısı her koşul altında halkına müziğiyle, sazıyla, sinemasıyla, siyasetyle bir bütün olarak kendini, halka adamış yüce erdemleriyle kendini halka kabullendirmiş bir sanatçı, halk sanatçısıdır. Diğer taklitçi, her telden vuran, rüzgarın esintisiniden faydalanan sanatçıların sayısı hiç de az değil. Onların derdi, halkın meselesi falan değil ; üç beş kuruş meselesidir. Diğer anlamda, burjuva feodal kültüründen, esinlenmış , lümpen, serseri, mafya bozuntusu tiplerin egemenler katında nedenli değerli oldukları gündemleri onlarla meşgül ettiklerini her aklı selim insanlarca bilinen bir gerçektır. Şu da bir gerçektir, emeğin sümürülmesinden yana olan anlayış egemenliğini sürdürdükçe, geçek sanatın icra etme mücadelesi’de var olacaktır.Tıpkı geçmiş zamanlarda olduğu gibi sınıflar mücadelesinin iniş ve çıkış ibresi görevini yapacak dünyanın değişik bölgelerinde farklı hareketlilikler gibi görünse’de onun amacı ve misyonu hiç değişmiyecek, karşıtı var oldukça
oda varlığını sürdürecektir.

Kültür konusuna gelince :pek farklı birşey belirtmeyeceğim, çünkü kültür ve sanat ikiz
kardeş gibi dirler birbirleriyle diyalektik bağları olup birisinin eksikliği, diğerini etkiler.
Başka bir deyimle, birisinin tamamen yokluğu diye bir tabir kullanırsak doğru olmaz.
Ve tabiatın evrensel kurallarıyla çelişirız. Açıkçası, MLM’nin temel taşlarından birinin sökülmesi anlamına gelir başka literatürde adı revizyonizmdir. O halde, sanat konusunu işlerken, bireyin, toplumun, devlet yapısının ilişikte olduğu üretim ilişkisi bireyden yukarıya, yada yukarıdan aşağıya bir bütün olarak çelişkiler yumağının kendisidir. Burada çözmemiz gereken problem öncelikle her birey yeryüzünde dünyanın hangi kıtasında hangi devletin’de yaşadığı hiç önemli değil. Zira kişi tarihin kendisine yüklediği misyonu, insan olma misyonunu ne kadar kavramış ve dünyayı değiştirme mücadelesiyle direkt üst boyutlarda olmazsa bile, en azında çalıştığı işyerin’de ekonomik mücadele’ye katkı sunan birey vasıfı bulunuyorsa bence kendi çapında kültürlü insandır, güvenilirdir, namusludur. Eğer yukarıda vurguladığım gibi daha büyükse bireyin vermiş olduğu toplumsal mücadele hiç şüpehesiz bireye biçilen manevi değer kesinlikle kişinin mevcut yapısıyla orantılıdır. Bilmem başka türlü tarifi mutlaka vardır, keşke şu anda en üst boyutta tarifini yapabilseydim, kültürlü insan tarifini. Hiç değilse insanlık için nice büyük emekleri geçmiş milyonlarca dünya devrimcilerine karşı olan ağır maddi ve manevi borcumu, kısmen’de olsa ödemış olurdum. Evet, kültürlü olmak bize öğretildiği gibi , az yemek yiyen, yemek yerken üstüne dökmeyen çok güzel konuşma yapan, çok bilen, ayrıca çok okuyanın’da zaten kültür hazinesi gözüyle değer verildiğini biliyoruz. Çok okumanın tabiki kişinin dünyaya bakış açısını daha çabuk geliştirir, meseleleri ufku açık olarak çözmeye çalışır ve başarır’da. Hel’e akademisyen‘ise, zaten hiç kavram kargaşası yaşamadan yapacağını bilerek ve gönüllü yapar. Çok okuyanın hakkını yememek için altını bu şekilde çizerek geçiyorum, ve burada yeri gelmişken, ülkemizde azda olsa, çok değerli aydınlarımızın olduğunu, unutmamak gerekir. Bu aydınlarımızın, birkaçının isimlerini yazmaktan sakınca görmüyorum : İsmail BEŞİKÇİ, Fikret BAŞKALE , Yaşar KEMAL, (Vedat AYDIN), (Musa ANTER), Akın BIRDAL gibi değerli aydınlarımız‘da yukarda belırtiğimiz genel saygı değer mertebeler katında görüyorum , ve halk için canını feda etmiş, o yolda şehit düşmüş her insan saygıya değerdır ve önlerinde saygıyla eğiliyorum der Lenın. Bu yazmaya yada yazarak anlatmaya çalıştığım konuyu Lenin’in kültüre ve sanata, ayrıca dünyayı değiştirme kavgasında, toprağa düşenleri nasıl bir duyguyla andığını hatırlatmaya çalıştım. Özet olarak demekki insanlar insan gibi yaşamak için kendisine yaşamı kabus haline getirenleri yenmenin kıstası önce kendisini yenilemesi iktisadi, siyasi, askeri, ahlaki, kültürel ve sanat vs bir fiil hayatın heralanında düşünce ve pratiği, uyum içinde olması lazım. Yani kültürlü bir insanın, önce kendisin’den sorumluluğu
ilke edinmeli. Öğrenim ve eğitim sorunu sadece okullarda verilen eğitim ve öğrenim’le yetinmemelıyız, çünkü insanın alması gereken eğitim : sac ayağı gibi üç ayaklıdır. Bilimsel eğitim, beden eğitimi ve siyasi eğitimidir, Burada siyasi eğitimi okulda alamayız. Siyasi eğitimi her zaman olduğu gibi onu evde’de veremeyiz. Siyasi eğitim dışardan birileri tarafından verilir, ve topluma kazandırılır. Dünyada bütün kültürlü insanların hem fikir oldukları ortak görüş böyledır. Kültür sanat ve edebiyat denilince : <> dermiş Hitler. Madem ki o halk düşmanının niyeti öyleydi, bizlerde inadına daha çok kültürlü bir toplum yaratmak için hep el ele diyorum.


Haydar



Yenı yıla girerken görevlerimiz ve çözüm bekleyen sorunlarımız :


Yazının başlığından’da anlaşıldığı gibi, üzerinde biraz daha kafa yormamız gereken konuların olduğunu gösteriyor. Konuya girmeden önce, soracağım, yada yanıtını alacağım muhatap taraf yedibölük köyü SYDD üye sıfatı taşıyan her köylüm bu konudaki fikirlerini bana iletirse menmun olurum. Özellikle üyelik ve somut konumunun öneminin altını çizmemin, tek sebebi ; kişinin dernekle olan ilişkisinin önemli olduğunu, ayrıca katkısı olacaksa şartlara ve kurallarına uygun yönetmelik kriterlerine azami uyumluluk ınceliği gösterme gibi birtakım güven verici somut adım atma vs samimiyetiyle pozitif olmalıdır. Diğer türlü olmuyor, uzaktan ısmarlamayla hac bile kabul edilmiyor. Köylülerimiz’de iki bakışın egemen olduğunu söyleyebilirim.


Birincisi : Sadece Yedibölük eksenli birtakım sosyal motiflere sıcak bakar görünselerde özün’de geleneksel anti-sosyal dar alana sıkışan, hareketliliği ve büyümeyi değil var olanla yetinen kanaat’cı bakışaçısı.


İkincisi : Dünyaya genel siyasi ve sosyal açıdan azçok etkilenmiş mevcut olanlarla yetinmeyen uzun vadeli geniş ufuklu ilk basamak Yedibölük köyü, sosyal dayanışma ve yardımlaşma derneği bazından başlayıp durağan değil hareketliliği ve gelişip büyümeyi hedeflemek isteyen bakışaçısı.

Bu iki eğilim ondört yıllık bir uzun zaman diliminde bazı özel durumlar hariç, ( cenaze ve acil maddi yardım) vs gibi her normal insanda bulunan merhamet ve duygusal hislerin öne çıktığı dönemleri ayri bir rafa koyarsak, diğer geride kalan zamanımızı birlik ve beraberlik ilkesinin esaslarına değil, tersi yününde yürüdüğümüzü bu gün içinde olduğumuz özgül durumumuz bize kanıtlamaktadır. Belki farkli bakış açılarına sahip insanların ortak bir amaç için, birarada bulunmalarının normal olduğunu bana bir arkadaşım hatırlatabilir. Ama benim yanıtını aradığım soru ; Dünyanın bütün devletlerinde, kırallık, totaliter ve teokratik rejimler hariç diğer laik demokratik cumhurriyetler’de mevcut yasalarında bunun’la ilgili, her ülkenin kendi yapısına ve uluslararası evrensel hukuk çerçevesi andtlaşmalarına uygun, biçimde garanti altına almışlardır. Örneğin din, vijdan ve hak özgürlükler, camiler, kiliseler, Cemevleri vs ibadet mekanlarının verilmesi yada anayasal güvence taleplerinin yerine getirilmesini, talep eden masum istemlerin dışında aynızamanda kitlelerin ekonomik ve demokratik haklarinı almak ve aldıktan sonrada onu korumak güçlendirip, adeta devletin üzerinde demokratik bir baskı aracı görevini yapma misyonu yüklenmiş saygın bir demokratik kurum olma talepleri olan DKÖ var. Devletlerin kendisini ayakta tutmak için kurdukları bir çok kurumları vardır.Yine sermaye ve siyasi bakımdan devletleri bile sollamış büyük sanayi kuruluşlarının alt kurumları olan sanayi odalari, borsalar, MKB vb, özel ve tüzel olmak üzere sayısız kurumlar ve meslek kuruluşları bulunmaktadır. Kendi ülkemizde örneklendirirsek : Yukarda kısmen belirttiğim kurum ve kuruluşlar, devletle hiç bir manada cebelleşme gereği duymazlar. O bakım’dan, bize esin kaynağı olabilecek (yapımıza uygun) bir çatı altında kümelenmeliyiz. Yani, her halükar’da net bir duruş sergilemeliyiz. Yukarıda devlet’le cebelleşmezler cümlesin’de kastettiğim DKÖ’lerinin görev ve amaçlarının diğerleriyle ayrıldığı kalın çizgiy’le ayırmayı ifade etmektir. Verdiğim örnekler belki yazının içeriğinin ana merkezinin, sağın’da ve solunda görünsede esas itibariyle çözülmesi gereken birçok eksikliklerimizi aşmaya yardımcı olacak inancındayım. Açıkçası konuştuğumuz her kelimeyi, her cümleyi bilerek ve ne için kullandığımızı, hem bizlerin hem’de bizim dışımız’da olupta bizleri ilgiyle izleyen dost ve tanıdıklarımızın’da rahat anlayabileceği şekilde telafuz etmemizin daha faydalı olacağını umu-yorum. YEDIBÖLÜK KÖYÜ SOSYAL DAYANIŞMA ve YARDIMLAŞMA DERNEĞİ İviçrede kurulmuş olup halü’hazırda derneği falan olmadığı gibi diğer Avusturya’da, Almanya’da, Fransa ve Belçika’da’ dernek olayi yoktur. Biz çoğumuz olmayan bir şeyden konuşuyoruz, atıfta bulunuyoruz, lehte konuşuyoruz, alehte konuşuyoruz, umut bağlıyoruz, karamsar oluyoruz. Yalnız, şu gerçektir ; özellikle büyük harflerle yukarda yazdığım YSDYD’nin yasal işlemleri İçviçre yasalarının öngördüğü prosedürler çerçevesin’de olup bütün varlığımız bir kaç parça kağıt olup bir sıhhiye çantasını bile doldurmaz. İstisnasız bütün arkadaşlar’ın bu meseleyi yanlış tanımlıyorlar, yanlış isimle dile getiriyorlar : Kurum, kuruluş, dernek ve fon gibi kavramlar. Aklımıza ne geliyorsa öyle adlandırıyoruz. En çarpıcısı ‘da ; toplam üyelerimizin yüzde doksanının Isviçre’de olmasına rağmen dernek kurma düşüncesi bile gündemde yok’ken hayal gücümüzü öyle zorlamışızki mizahçılara malzeme olacak kalitede şematik dernek modeli yaratmışız. Tıpkı bir zamanların hayali ihracat şirketlerinde olduğu gibi. Sanki Isviçre’deki yapı’yı tam ayakları üstüne oturtmuşuz. Diğer ülkelerdeki olmayan derneklere’de ( Koordinasyon üst kurulu) ismi altında görevli baskan atamışız ve alta doğru yönetmenlik’le ilgili model’de en gözde partinin hiyerarşik yapısını tuzubuz edecek endamdadır. Kafa yapımız derseniz, o kez’a haddin’den çok fazla karışık duygular atmosferinde dolaşıyoruz. Toplam parasal meblaamız’ı iyi bir sarhoşun sofrasına meze olarak sunsanız, yetmiyecek kadar az olmasına rağmen ilerde ne yapmalıyız sorusuna gelince, devlet bütçelerinin ancak üstesinden geleceği projelere ilgi duyuyoruz. Hanı hep belirtiyorum’ya, bu <> dedikleri meret şey ; tarihin ilkel komünal toplum’dan itibaren yarattığı karşıt sınıfların binlerce yıl birbırleriyle boğuştuğu savaştığı, ayrıca ezilenlerin haklı olarak savaştığını gören en büyük şahit, yine o tarih ana, insan oğlunun döktüğü pislikleri süpürmek için demir süpürgesini dün kölelere, bugün modern köleler’e vermiştir. Sorun bundan kaynaklanıyor. Bakışın önemi bu konu’ile ilintilidir.

Ben sevgili köylülerimin ruhi şekillenmelerini çok iyi biliyorum. Farklı argümanlarda görünselerde, hepsinin ortak bir özelliği vardır ; O’da yapılacak bir işi kendisinin yapamıyacağını bildiği halde yapar görünüp hiç yapmadığı işe girişme cürreti sergileme zaafıdır. Diğer önemli zaafiyetleri ; katkıda bulunduğu işin maiyeti maddi ve manevi fedakarlığının çok çok üzerinde merak ve ilgi duyarlar. Bu gibi yararsız davranış’lar şu veya bu şekil’de dışa yansıyor. Ufacık bir örnek ; efendim neymiş ; ondört yıl önce geçici kuruluş komite’si ve hemen altında altı tane yanyana yandan yakışıklı resim, bu bile kongre’de eleştiri konusu olduğu için okuyucularım azıcık’ta olsa, bana hak versinler iytiyacını hisettim. Zira arkadaşın eleştiri konusu, gördüğü her hangi bir yanlışı eleştirme düzeltme meramından uzak, kendi fotorafının konulmamasını şiddet’le kınıyordu. İşte bu ve buna benzer duygu hegolarımız, en akıllımızdan, en demokratımızdan, ta delilerimize kadar gördüğüm, derleyip, rafıne ettığim insanlarımızda’ki bu çarpıcı karekterıstık yapısını köyde, otuzbeş yıl önce yaşanmış bır olaydan vereceğim bir örnek; Ahmet dedenin türbesin’e bir miktar para atıp sonra kimin alacağını, zenginın’mi fakirin’mi merakını gıdermek için karşıda’ki ardıç kümelerinin birisinin altına gizlenip bekliyormuş. Epeyi bir zaman sonra, türbeye yaklaşan iki

kişinin kimler olduğunu hemencecik tespit edip önde yürüyen Efendiy’e <> diye haykıran sifonlu akıllı deli( ...... .....) köyün yüzde sekseninin akraba oluşu, bana birazda hastalıklarımızın kaynağında jenetik bir problem kaygısı uyandırıyor.

Sevgili dostlar, şimdi geçte olsa, lütfen hepiniz birkez daha düşünün. Zamanınızı kısır beklentilerin umuduna bırakmayın. Birşeyler yapacaksak, yine büyük düşününelim, belki hayellerinde bir anlamda faydası olur. Hanı derlerya; << Umutsuzluk umududur düşmanın>> Birdahaki toplantılarda, sizleri daha çok ufku açık, daha fazla ihtihsaslaşmış, mantıklı, günümüz’de emeği temsil edebilecek modern, bilgili, alçak gönüllü, dededen ve babadan kalan eski kültürü evin bir köşesine koyun. Eskiye duyduğunuz ihtiyacınızı evinizin o köşesinde giderin. Nasılki, bir tarih ödevimizi yapmak için kütüphanede emanet aldığımız kitabı yine iyade ediyorsak, evin o bölümü bizlere hem müze, hemde manevi anıları olan ectatlarımızın bütün meziyetlerini koruduğumuz, ve sakladığımız bir arşiv olsun diyorum. Tersi düşüncelerimiz, bizi monotonlaştırır, atıl bırakır ve çok çabalar harcasakta, üreteceğimiz mamül çağımızın zaruri ihtiyaçlarını bıle karşılayamaz olası, bir cenaze işlemi ve teslim edeceğimiz bir miktar emanet paranın bekçiliğine on / onbeş kişiyi bekçi tutmanın fazla bır yararı olmayacağının düşüncesindeyim. Sakın beni karamsarlık ve hak yeyicilikle suçlamayın. Ben, hakkınızı fazlasıyla verdim. Zira ondört yıldır hep sizi takip ediyorum. Bazen arkadaşınız olarak, köylünüz olarak, bazende kardeşıniz ve abiniz olarak, nerdeyse hiç konuşmadım, hep sizi dinledim. Kadınlar hariç, hemen hemen nerdeyse hepiniz yöneticilikte yaptınız. Peki icraat nerde? Bırakın ondört yılı, onu on’la çarptığınız zaman, eşittir yüz’ü göreceksiniz. Dört yılın YK’lunda görev yapmış onar kişiyi dörte çarparsak eşittir 40. Kırkınıda hesapladığımızda, 140 kişi gerek dönüşümlü gerekse aynı kişiler hep aynı perdeden çalmışlardır. Biraz farklı bir boyutla kendini gösteren arkadaşların’da sudan sebeplerle azim ve performanslarını kırıp geri plana itilmelerine sebep olmuşlardır.


Her gelen yönetici gurup gidenleri aratır durumda kalıyor. Bu üzücü durum kötü niyet vs sebeplerle özdeşleştirilmesin, bu bizim sahip olduğumuz bilgi beceri ve yetenek gibi yetersizliklerimizden kaynaklı problemlerdir. Bunun çaresı ; arkadaşların en kısa zaman içinde kendileriyle ilgili bir muhasebede bulunmaları gerekiyor. Yetmezliklerimizi aşabilirsek altında kalkamayacağımız hiç bir görev ve sorun kalmaz. İnsanlar bazı şeylerı denemeden önce, o şey hakkında minimum fikir yürütme ve önseziye sahip olma yeteneği olmalıdır. Bunca uzun zaman biz hep yanlışların tekkerürleriyle yada kısmi olumluluklarımızı çok başarılı bulmuş, eskiden hiç yoktu esprisiyle ileriyi değil geri yönlerimize cesaret vermişiz. Bu gün iyi kötü ayakta duran yapılanmamızın devamını sağlayacak tedbirler almazsak, yarın doğabilecek en ufak bir olumsuzluk dahi sifonluların tepesini attırır artar bile. Tedbir şarttır. Avrupada kuracağımız kurumun görev ve sorumluluk alanı Avrupa essas olmalıdır. Yeni yönetimin çalışmalarından başarılar dilerim. Umarım bu iki yıllık uzun maratonu böyle kaplunbağa yürüyüşüyle değil biraz daha hızlı ve atak olursalar, insanlarımızı bu morel bozucu bekleyişinden’de kurtarmış olurlar. Toparlama bölümünde özet olarak önemli bir iki konuyla noktalamak istiyorum. Yazımın akışı içinde, üzerinde durduğum eleştirdiğim, savunduğum ve öneri mayetinde’ki isteklerimin hem bireysel, hemde bana verdiğiniz görev çerçevesinde olup, ayrıca her konuda direkt sorumlusud’a benim. Birden fazla kişi ve gurubun anlayışı olarak anlaşılmaması için, sizler’in bilgisine sunuyurum.


Yaşam var oldukça, insan ilişkileri var oldukça, insanlar hep bir, ve birden fazla hedeflere varmanın oğraşını kaçınılmaz olarak vermek zorunlulukları vardır. Birzaman sonra göreceksiniz, bu gün zorlandığımız, yapmaya çalıştıklarımız işlerin, yarın çocuk oyuncağı gibi hafifsediğimiz, sıradan işler olarak geride kalacak. Yarının çocuklarıda, yarının özgül koşulları içinde üzerlerine düşeni yapma uğraşı içinde olacaklar.

Ben şimdiden hepinizin yeni yılını kutlarım. Ayrıca yeni yılınız’da ve nice yıllarınız’da şavaşsız, sömürüsüz, küçücük çocukların sokak ortaların’da, yada günahsız insanların, bostan bekçiliğin’de Şiran’da, ya da Kızıl tepe’de, Irak’ta, kısaca tüm dünyada insanların katledilmediği altın bir gelecek dileğiyle.

Haydar