www.gilaniler.org Sitesine

http://www.gilaniler.org/

İnanç Boyutuyla alevilik (İNAÇ BOYUTUYLA ALEVİLİK)


Alevi' Sözcüğünün Kökeni

Öncelikle şunu ifade etmekte yarar var ki, Alevi ismi, Hz.Ali'den yüzyıllarca sonra ortaya çıkan bir kavramdır.Hz.Ali döneminde ve sonraki yüzyıllarda, tarihsel kaynaklarda Alevi ismine rastlanmaz.Ta ki, 1000'li yıllarda tek tük aydın isimlendirmesi ve 18.yüzyıllardaki genel bir adlandırılmaya kadar(1) .. .

Türkçe, dil olarak özellikle de Osmanlı döneminde Farsça ve Arapça'dan fazlasıyla etkilenmiştir. Köken olarak Farsça olan Alev kelimesinin Farsça'daki karşılığı 'Alaw' dır.'Allawi' kelimesi, Farsça olarak 'Işığa ait olan, ateşten olan, ışığa veya ateşe tapan' anlamlarına gelir(2) .

Konuyla ilgili olarak şunu ifade etmekte yarar vardır. Alevilikte 'IŞIK / IŞK / NUR' kavramı, genel öğretinin içinde önemli bir yer tutar. Bunu Alevi nefeslerinde SIKLIKLA görmek mümkündür. Bu konuda sayısız örnek verilebilinir.Zira Kaygusuz Abdal'ın deyişiyle: 'İnsan Nur-ı Kadimdir.'

Ayrıca Osmanlı döneminde (henüz Alevi isminin bilinmediği dönemlerde) , Osmanlı kaynaklarında Aleviler için 'IŞIKLAR, IŞIK TAİFESİ, IŞIK İNSANLARI, IŞIK MEZHEBİNDEN OLANLAR' tanımlamaları kullanılmıştır. Baki Öz'ün bu konudaki çalışmasından bir alıntı yapmakta yarar vardır.

23 Ramazan-Hicri 966-Miladi 1558 tarihli bir padişah fermanı şöyledir;

'SEYDİGAZİ IŞIKLARININ YOLA GETİRİLMESİNE DAİR

Eskişehir kadısına hükümki; Şu sıralarda mektup gönderip, yüce hüküm gelip, kutlu anlamından kavranıldığı gibi, Eskişehir ve Seydigazi kazalarında yaşayan SEYDİGAZİ IŞIKLARI'nın bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp, güvenilir...' (3)

'Aleviliğin Gizli Tarihi' adlı eserinde Erdoğan Çınar, konuyla ilgili, Osmanlı belgelerine dayanan bir çok aktarım yapmıştır ve örnekler çoğaltılabilinir. Özellikle de 16.Yüzyıl tarihli bu belgelerde, Alevilere IŞIKLAR dendiği görülmüştür.

Alevi teriminin 18.yüzyıl itibariyle genel olarak kullanılmaya başlanması ve daha önce IŞIK TAİFESİ olarak adlandırılmaları, IŞIK kavramının Alevi öğretisinin en temel öğesini oluşturması (...ki Alevi öğretsinin kalemsiz kitabı olan Nefesler, buna en güzel örnektir) , ALİ isminden ALEVİ sözcüğünün Türk dil kurallarına göre türetilemeyeceği gerçekleri, Alevi isminin konusunda bizi gerçeğe en yakın yerde tutacaktır.

Erdoğan Çınar'ın bir başka tezine göre ise, Alevi terimi M.Ö.2000 yıllarında Anadolu'da yaşamış gizemli bir halk olan LUVİLER'e dayanmaktadır. LUVİLER, Hİtit tabletlerinin okunmasıyla gün ışığına çıkmış bir halktır. Bu konuda Safa Taşkın'ın kaleme aldığı 'Mysia ve Işık İnsanları' adlı eserinde şu cümlelere rastlarız;

'İ.Ö. 2000'li yıllardan sonra Hititlerin bıraktığı yazılı ve resimli belgelerin bizlere tanıttığı Luviler adı verilen halkın, yanlız Anadolu'nun değil, insanlığın derin geçmişi ile ilgili önemli gizler taşıdığı, günümüzde yeni yeni ayırt ediliyor...'(4)

İlginç olan yan ise, Luvi isminin IŞIK anlamı taşımasıdır.Bu sebeple Erdoğan Çınar'ın tezine göre Alevi ismi, LUVİLER'den gelmektedir.

Sonuç olarak, hangi tezin doğruluğuna inanılırsa inanılsın, ALEVİ sözcüğünün ALİ isminden türetilmediği ve türetilemeyeceği açıktır. İster kelime kökünü farsça kabul edip 'ALAW' veya 'ALLAWİ' sözcüklerinin Alevi teriminin kökenini oluşturduğunu düşünelim, ister LUVİLER'e dayandıralım.Bunların hepsi bilimsel ve nesnel tezler olur.Lakin ALİ'den ALEVİ sözcüğünü türetmek / türediğini düşünmek, bilimsel anlayışa sığmaz ve Turan Dursun'un ifadesiyle 'MAVAL'dan ibarettir.

Alevi isminin ALİ den türemediği ile ilgili bu iki savı pekiştirdikten sonra, Aleviliğin öğretik tanımına geçebiliriz. Öncelikle Aleviliğin İslami bir mezhep olup olmadığını araştıralım.

Alevilik Bir İslam Mezhebi midir?

Alevi öğretisine genel manada bakıldığında, İslamiyet'in en temel gerek ve şartlarının dışında olduğu görülür. Gerek yaratılış anlayışı, gerek ibadet ve ritüel farklılıkları ve gerek öte dünya inanışı, İslamiyet'ten çok büyük farklılıklar gösterir. Fakat, Alevi deyiş ve öğretilerinde geçen İslami kavramlar dolayısıyla, Alevilik İslam'ın bir mezhebimi yoksa İslam dışı mı olduğu, Aleviler içinde dahi tartışma konusudur.

Bu konu, sadece Alevi öğretisinin objektif olarak irdelenmesiyle bir sonuca bağlanabilir veya gerçeğe yakın bir duruş elde edilebilir.

Şunu belirtmekte yarar vardır ki, Alevilik kapalı bir toplum anlayışına sahiptir.Öyleki ALEVİ olabilmek için, Alevi ana ve babadan doğmak gerekir. Aslında bu bile yetmez ve 4 kapı 40 makam denen öğretiye uygun bir hayat tarzı ile yaşamak lazımdır. Aleviliğin kapalı bir toplum oluşu ve OCAK sistemine bağlı kalışı, Aleviliğin tanımı konusunda yapılan bilimsel araştırmaları zorlaştırır. Fakat bu zorluk, yeterince objektif olunduğunda ortadan kalkar.

Aleviliği araştırmak için, bizzat Alevi öğretisini içinde barından Alevi deyişlerine / nefeslerine başvurmak gerekir.Çünkü Aleviliğin özü, anlayışı, bizzat bu deyiş ve nefeslerde gizlidir. Elbette bu deyiş ve nefeslerin hepsini burada yayımlamaya imkan yoktur.Biz de, belirli başlıklar halinde, nefes ve deyişlerdeki anlamı yorumlayıp, İslam ile karşılaştırmasını yapalım.

Öncelikle inanç kavramının temelini oluşturan Tanrı / Yaratan tanımını incelemek gerekir ki, aslında bilinenin aksine, Alevilik, bu konuda İslam'dan ayrılır.

1) Tanrı / Yaradan: Alevilikte, tanrı konusunda, insanla Tanrı'nın birliğine inanılır. Bu öğreti VAHDET-İ VÜCUD olarak adlandırılır ve ALİ kavramı (dolayısıyla bizzat insan) Tanrı'laştırılır ve deyişlerde Tanrı olarak geçer. Kısacası Alevilikte Tanrı = Ali dir. Ali, insanla 'bir' olandır.Mesela şu ünlü Alevi deyişi, Alevilik öğretisini baştan sona tanımlar;

'Ali şeriatta aslandır
Tarikatta Şah-ı Merdandır
Marifette büyücüdür
Sırr-ı Hakikatte Ali'den başka Allah yoktur'(5)

Alevilik, '4 kapı 40 makam'dan oluşur. Bu 'kapı' ve 'makam' kavramları, her bir Alevi'nin öğretik olarak geçmesi gereken, geçmek için çaba harcaması gereken kavramsal süreçlerdir. Aleviliğin özünü oluşturan 'Sırr-ı Hakikat' kapısında ise ALİ ismi, bilinen İslami anlamının aksine Allahlaştırılır ve İslam'ın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bir boyut kazanır.

Kısacası İslam'ın Tanrı'sı Allah, Aleviliğin ise ALİ'dir.Ünlü Alevi ozanı Genç Abdal'dan bir örnek daha vererek, diğer ayrılık noktalarını inceleyelim.

Yoğ iken yerle gökler zelden
Kudret kandilinde pünhan Ali'dir
Kün deyince bezm-i elestten evvel
Alemi var eden sultan Ali'dir

Öyleki bu deyiş, bu ifade, neredeyse Anadolu'nun tüm Alevi Ayin-i Ceminde tekrarlanır ve gerçeğe / ışığa dair yeminler edilir, andlar içilir.

2) Cennet ve Cehennem İnancı: Cennet ve cehennem inanışı, bilindiği gibi İslam'ın en temel inanışlarından biridir. Fakat gelin görünki Alevilikte asla ama asla bu inanışa yoktur ve hayatın gerçekliğini yadsıyan, bilimdışı olan bu inanca itibar edilmez. Tersine Alevilikte insanın cenneti de cehennemi de yaşadığı dünyadır.

Alevilikte, temel konudaki bu felsefe 'Devriye' olarak adlandırılan ve insanın kamilleşmesini / olgunlaşmasını öngören felsefeye itibar edilir. İtibar edilmekle kalmaz, Devriye inanışı, Aleviliğin temel taşlarından birini oluşturur.

Devriye, konusunda her ne kadar reenkarnasyon denilen bilimdışı benzetmeler yapılsa da, DEVRİYE inancının reenkarnasyon ile ilgisi yoktur. Devriye inancı, insanın yaşadığı hayatta, daha önce bahsini ettiğimiz 4 KAPI'dan Sırr-ı Hakikate ulaşarak olgunlaşması, Yaradanla / Ali'yle birleşmesini ve BİR olmasını öngörür. Bu birliğin anlamı, insan-ı kamildir.

Bu karşılaştırmadan sonra, Alevilik ile İslamiyet arasındaki büyük fark, derin bir uçurum haline dönüşür ve savlananın aksine bir din ile o dinin mezhebini değil, sanki iki farklı dini karşılaştırma durumu doğar.

3) Evrenin Yaratılışı: Diğer tüm temel inanışlarda olduğu gibi, Alevilik ile İslam, bu konuda da farklı inanışlara sahiptir.İslama göre 'yerler' ve 'gökler'(6) Allah'ın 'OL' deyişiyle birlikte 6 günde yaratılmıştır. Alevi inanışında ise bu inanış mevcut olmamakla birlikte, evrenin oluşumu hususunda çok farklı bir inanış mevcuttur.

Alevi inanışına göre evrenin / varlığın oluşumu IŞIK / Enerji ile olmuştur.'İnsan, Nur-u Kadimdir' inanışı, Alevilikteki varlık ve oluşumun temelidir. Bu inanışa göre insan öz itibariyle ışığa (genel tanımıyla Alev'e) aittir ve 'ışıktan olan' dır. Zira 'Alev-i' sözcüğünün kökeni, objektif olarak bakıldığında bu inanışla temellendirilebilinir.Bu inanışı, ALİ ismiyle özdeşleştirilir ve Ali, Tanrılaştırılır. Bunu, ünlü Alevi aşığı Devrani'nin bir nefesiyle inceleyelim;

'Hakk'ın kandilinde gizli nihanda
La mekan elinde sır idi Ali
Künt-ü kenzin esrarı andadır,
Dünya kurulmadan var idi Ali

Feriştahlar kendi munundan oldu
Sen kimsin diye cibrile sordu
Cibril bilemedi kanadı yandı
Ol zaman kandilde Nur idi Ali'

Bu örnekler fazlasıyla çoğaltılabilinir ve neredeyse IŞIK ve NUR kavramları, tüm alevi nefeslerinde geçer.Bir kaç örnek daha vererek, bu konuyu pekiştirelim.

'Kudret kandilinde bir ışık iken
Ta ol zaman aşık oldum nura ben

(Pervane)

Kandilde nur iken sevmiştim seni
Güzel pirim, sultan pirim, şah pirim

(Genç Abdal)

Ziyasından halk eyledi toprağı
Vücut buldu bu eşyanın menbaı

(Pervane)

Hu diyelim gerçeklerin demine
Gerçeklerin demi nurdan sayılır

(Hatayi)

Kandil asılırken Nur-u meskende
Bülbül idim,gonca gülünde idim

(Yeksani)

Işık oduna yananların
Tüm vücudu Nur olur

(Yunus Emre) ' (7)

Neredeyse her Alevi ozanında, Nur ve Işık kavramı önemli bir yer tutar. Bu bağlamda diyebiliriz ki, Alevi öğretisinde Işık, çok önemli bir merkezdir.İnsanın, evrenin, kısacası OLUŞ zincirinin ilk zinciri Nura / Işığa bağlanır ve 'İnsan Nur-u Kadimdir' sözü gerçek anlamını bulur.

4) İnsanın Yaratılışı Konusu: Bu inanç temeli de, Alevilikte, İslamiyet'ten çok büyük farklar gösterir. İslam'da insanın yaratılışı kavramı, Alevilikteki mitolojik KIRKLAR benzetmesinden çok farklıdır.Biribiriyle alakası dahi yoktur.

Alevilikte insanın yaratılışı, 'KIRKLAR MİTOLOJİSİ' ile anlamını bulurken, İslam'ın kutsal kitabı Kuran'da bu mitoloji asla geçmez..Peki KIRKLAR MİTOLOJİ si ile insanın yaratılışı nasıl olmuştur.Şimdi bu önemli konu ve farka değinelim, ve yine bizzat Alevi öğretisinin özünü içinde barındaran NEFESLER'e başvuralım.

Kırklardan birine neşter vuruldu
Aktı kan, varlığı ispat olundu
Anda hak mevcutta mevcut görüldü
Huvallah çağırdı irfan hu deyü
Kul Himmet

Kırklar; Alevi-Bektaşi mitolojisinde Tanrısal varlıklar olarak geçerler.Yani insanüstü varlıklardır. Efsaneye göre, Kırklar'dan biri birgün Yaradan'a;

'Sen kimsin? Ben kimim? '

...diye sorar ve asi olur.Bu tarif, nefeslerde şöyle geçer;

Yerin göğün binasını kurunca
İptida hidayet arife indi
Sen kimsin, ben kimim diye sorunca
Sorduğu ol demde kana boyandı
Aşık Veli

Bunun üzerine Yaradan'a sorduğu soru yüzünden asi olan Kırklar'dan biri, ondörtbin yıl boyunca firari olarak gezer, kaçaktır. Bu dönem, Alevi-Bektaşi nefeslerinde pervanelik olarak tanım bulur..

Ondört bin yıl kaldım pervanelikte
Sıdkı ismim buldum divanelikte
İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Sıdkı Baba

Pervanelik olarak tanımlanan bu dönemde, asi olan varlık, nefes anlatımıyla 'yeşil bir kandil'de saklanır.Şunu belirtmek gerekirki, Alevi mitolojisinde kandil, gezegen veya yıldız demektir.

Sorma ne hacet bizleri sofu
Ta ezelden künyede ismimiz vardır
Dünya kurulmadan yüzbinyıl evvel
Ol yeşil kandilde cismimiz vardır
Aşık Devrani

Asi olan Kırklar'dan biri, bu süreç sonunda tekrardan sorduğu soruya yine cevap vererek teslim olur.Verdiği cevap; 'Sen yaratansın,ben yaratılanım'dır.Bu cevaptan sonra teslim olan ve diğer Kırklar tarafından sorguya çekilip cezası kararlaştırılan Kırklardan biri, böylelikte pervanelik dönemini kapamış olur.

Kırklar meclisinde alınan karara göre, asi olana neşter vurulacak ve kanı akıtılacaktır.Bu kan, Dünya'da seçilmiş varlık olan Güruh-u Naci'ye hayat verecek, böylelikle Yaratan ve yaratılan 'bir'leşmiş olacaktır.

Yine Alevi nefeslerine göre bu seçilmiş varlığa katılan asinin kanı, Adem'i yaratmıştır.

Adem olup insan içine geldim
Hak nasip eylerse kandan içeri
Behlül gibi kandan kana gezerken
Bir kana uğradım kandan içeri
Virani

Böylelikle Adem de beliren yaratılan ve yaratan birliği, insan soyunun çoğalmasıyla anlamını bulmuştur.Kırklar'ın ilahi varlıklar oluşu ve onlardan birinin kanıyla insanın oluşumu, Tanrı ile insanın 'bir'liğini oluşturmuştur.

Bu açıklamalardan sonra, tüm önyargı ve tutumlardan sıyrılarak kendi kendimize şunu soralım; 'Hangi toplumsal süreç ve uygulamalar, Aleviliğin İslam kökenli olmasına rağmen, ondan bu kadar farklılaşmasına sebep olmuştur? '

Eğer Aleviliğin kökeni İslamiyete bağlanıp, Aleviliğin İslami bir mezhep olduğu konusu kabul edilirse, hiçbir bilimsel tez, bu sorunun cevabını veremez.Çünkü böyle büyük farkların olduğu iki inanç sistemini karşılaştırdığımızda, birinin diğerinden tarihsel süreçlerle oluştuğunu söylemek bilimdışıdır.

Görünen odur ki Alevilik, bir yön dışında hiçbir yönüyle İslam ile alakası yoktur. Tek ortak yan, bazı İslami kavramların Aleviler tarafından da kullanılmasıdır. Peki neden Aleviler, müslüman olmadığı halde İslami kavramları, öğretilerinin içinde kullanırlar? Şimdi bu önemli soruya bir açıklık getirmeye çalışalım.

devam edecek...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

"Aleviliğin Gizli Tarihi", "Alevilerin Kayıp Bin Yılı" ve "Kayıp Bir Alevi Efsanesi" adlı üç şaheser kitaba imza atan Araştırmacı Yazar Erdoğan Çınar, Anadolu'daki mensuplarına daha çok 20. yüzyılda "Aleviler" denen, ancak 70 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu bildiğimiz bu yolun teolojik, tarihsel, sosyal ve kültürel boyutlarını, üstün bir yetkinlik ve sağlam kaynaklarla araştırıp ortaya koydu. Çınar, bu yolun inançsal ve tarihsel açıdan, İslam'la, köken ya da içerik birliği olmadığını, örtüşmediğini, akla-kara kadar farklı olduğunu kanıtladı. Çınar'ın açtığı pencere, 16. yüzyılda yoğun propaganda kampanyası sürdüren Safeviler'in bellettiği masal ve söylenceleri baz alıp oluşturulan ve yolu Arap topraklarından başlatan sahte Alevilik tarihini de, tamamen karşıt olduğu İslam'a dayandırılmaya çalışılan asılsız Alevi-İslam teoloji çerçevesini de tamamen hükümsüz kıldı.
Sitemize yazan bir değerli Yazar, "Alevilik eşittir Ali merkezli İslami mezhep söylemlerinin ortadan kaldırılması gerektiğini ileri süren ve bundan ötürüde Alevi inanışına veya Alevi tarihine ilişkin temelsiz bilgileri yazdığı kitapla Alevilik sınırlarının dışına ittiğini iddia ederek, kitapta öne sürülen çarpıcı iddialar, tartışmasız paralel delillerle kanıtlandığını belirten Erdoğan Çınar ortaya çıktı" diyor.
Bu satırlardan Sayın Yazar'ın, Çınar tarafından okur-yazar durumdaki herhangi birinin kolayca anlayabileceği bir dille kaleme aldığı kitapları okuduğu, ancak anlamadığı ortaya çıkıyor. Aleviliğin İslam içinde olduğu tezini savunduğu anlaşılan Yazar'ın gerçekte İslam teoloji bir yana terminolojisini de bilmediği anlaşılıyor. "Alevilik İslam içinde midir, dışında mıdır" tartışması bir yana; İslami terminolojiye göre Alevilik bir mezhep olmadığı gibi Sünnilik diye de bir mezhep yoktur.
Bütün bunlar "Alevi" teriminden yola çıkılarak, "O halde biz Ali'nin yolunu sürdürüyoruz, biz Aleviyiz, bu yolun kurucusu Ali'dir" şeklindeki düz mantığın ürünleri. İnsanlar kavramlarla düşünür. Kavramlar, içeriği, etimolojisi ve ortaya çıkış tarihi yanlış biliniyorsa, yanlış kullanılır, yanıltır. Tarihi unutturulan, kendilerine İslam tebası olduğu telkin edilen bu halka, aslında "Alevi" adı da çok yakın zamanda ve başkalarınca verilmiştir. Ondört asırdır bu adla anılan Ali soylular ile Alawiler (Nusayri) konumuzun dışındadır. Anadolu'daki bu halkı araştıran İttihat-Terakkiciler önce "Köy Bektaşileri" demişler ki çok yanlış sayılmaz. "Alevi" sözcüğünün ad olarak verilmesinde ise Baha Sait adlı kişinin rolü büyüktür. O zamana kadar bu halka "Kızılbaşla r" deniyordu.
Ancak, bu halkın kendisini Ali'ye mensup sayma, onun yolunu sürdürdüğünü sanma süreci bundan yaklaşık beş asır önceye dayanır. "Alevilik eşittir İslami mezhep-yol" söylemleri ne zaman ortaya çıktı? Biraz tarihe bakmak gerekiyor. Bu konuyu  başlıklı yazımda uzunca anlattım. Bugünün kendisini İslam içi sayan Alevilik anlayışı 16. yüzyılda Şah İsmail'in Safevilik propagandasının marifetidir. Safevi ipoteğini kaldırmadan, bu yolun gerçekte ne olduğunu ve gerçek tarihini öğrenemeyiz.
Tarihsel süreçte farklı farklı adlar alan bu yolun özünde, 70 bin yıl geriye doğru tarihini ana hatlarıyla görebildiğimiz "Batınilik" olduğunu da " adlı yazıda dile getirdim. Adına, sonradan Alevilik denilen bu yolun tarihi gerçekte Batıni doktrinler tarihidir. Eğer yolun tarihini ve teolojisini bilmek isteyen, sırrı öğrenmek isteyen varsa, bu cenaha baksın.
Aleviliğin İslami bir mezhep, tarikat ya da inanç biçimi, kısacası İslam'la özdeş olduğunu iddia edenler de Ali soyundan geldiğini öne süren ocakzadeler de bu tezlerini kanıtlayacak en ufak bir kanıt ortaya koyamadılar, koyamazlar. Buna karşılık, bu yolun İslam'la ilgisi olmadığını anlamak ise fazla bir çaba gerektirmiyor. İslam'ın temel kaynağı olan Kuran'daki teolojik çerçeve ile bu yolun "vahdeti vücut" temelli teoloji anlayışı birbirine karşıttır. Aynı şekilde İslam'da bir kere dünyaya gelip kıyamet günü yargılandıktan sonra günah ve sevap bilançosuna göre cennet ya da cehenneme taksim edilme anlayışı varken, bu yolda tekamül sürecinde yeniden bedenlenme, insanı kamil olanın Tanrı'ya kavuşup O'nunla bir olması esastır. Kuran'da birçok ayette emredilen ve İslam Peygamberinin uygulamalı olarak cemaatine öğrettiği namaz (salat), Ramazan orucu (Bakara 185.), dörde kadar eş (kadın) alma ruhsatı bu yolda reddedilir, eleştirilir. Buna karşılık Alevilerde 12 hizmet esaslı, müzikli, içkili, haremlik-selamlık uygulanmayan cem ritüeli esastır. Tıpkı diğer Batıni topluluklarda olduğu gibi, Erdoğan Çınar'ın kitabında anlattığı Anadolu halkı Pavlikanlar'da olduğu gibi…
Ali'nin hutbe ve konuşmalarının yer aldığı Nehcul Belaga ve İmam Bakır'ın kaleme aldırdığı Ummul Kitap'ta yer alan tamamen İslam şeriatına dayalı dinsel emir ve öğütler ile Necef ve Kum gibi merkezlerde Ali'nin günündeki gibi yaşayagelen dinsel anlayış, Anadolu'daki Alevi-Bektaşilerin heterodoks nitelikte bile olsa Şiilik olmadığını çok net ortaya koyar.
Oysa bu yolun teolojisi 70 bin yıl önceye dayanan bir uygarlığa ait ve bundan 15 bin yıl önce yazılmış Naacal tabletlerinde yer alan şu çerçeveyle aynen örtüşüyor:

"1-Tanrı tektir. Herşey ondan var olmuştur ve ona dönecektir.
2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir
".

Bu dizelerde olduğu gibi bu yolda da Tanrı-kul ayrımı değil Tanrı-İnsan özdeşliği var (Vahdeti vücut). Cennet cehennem yerine tekamüle erip Tanrıya kavuşup O'nunla bir olma (fenafillah) var.
O halde Alevilerin, 500 yıldır dinledikleri Safevi masallarını bir kenara bırakıp, araştırması öğrenmesi gerekiyor. Balık hafızasıyla değil, sağlam bilgi ve tarihsel perspektifle yolu öğrenmesi gerekiyor. Egemenlerin, bu yolu Sünnilik taklidi bir İslami ekol şeklinde yeniden düzenleme çabaları ancak bu şekilde boşa çıkarılır.
Bu yolun İslam'ın içinde olmadığı belli. Peki o zaman hangi dinin içinde? Hıristiyanlığın mı, Yahudiliğin mi? Elbette değil. İnsanlık tarihinin bu dinlerle başladığını sananlar elbette böyle sorular sorar. Oysa insanlığın binlerce yıl geriye giden bir inanç tarihi var. Niye bu yolu daha dün denebilecek tarihte ortaya çıkan ve zamanla egemenlerin siyasi erk aracı haline gelen, bugün de geçerli olan bu dinlerin içinde arıyoruz? Peki nerede aramalıyız? İşte bu tarihsel perspektifi en iyi ortaya koyan Erdoğan Çınar oldu. O yüzden kendisine tüm Aleviler şükran borçludur. Konuyla ilgilenen herkesin Çınar'ın kitaplarını alıp tekrar tekrar okuması gerekir. Tabii anlaması da…