www.gilaniler.org Sitesine

http://www.gilaniler.org/

Bölüm 1 (EĞİTİM)

Nasıl Bir Toplumda ve Nasıl Bir Kişilik
Kazanıyoruz ve Aslında Nasıl olmalıyız?
İşe kendimizden ve yakın çevremizden başlarsak, sorunlara daha somut yaklaşmış oluruz. Ve bir çoğunun bizzat kendimiz yaşadığımız için onları kavramak daha kolay olacaktır. Öğrendikleimiz soyut kitabi bilgiler değil, somut yaşanan olgular olduğu için, değişiminde daha somut adımlar olacaktır. Şimdi kısaca da olsa, içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarını, ahlak kurallarını ve bunların bireyler üzerindeki yansımaslarını değinelim.
Bu gün toplumu hallaç pamuğuna çeviren sömürünün, zülmün, bireyselliğin, ahlaki çöküntün altında yatan anlayışi, ekonomik sistemden kaynaklanan feodal küçük burjcuva ve burrjuva anlayışlardır. ‘Böyle gelmiş böyle gider’ dıyen kaderci uyuşuk,dini duygularla bilinci kararmış, feodal anlayışların etkin olduğu bir kesim, bir taraftan kah emekteni kah sermayeden yana olan ürkek-istikrarsız, bireysel ve bireysel davranışların kıskac ıaltında kıvranan küçük burjuva anlayışlar, bir tarata her türlü çalıp-çırpmayı mübah sayan, her türlü zülmü ve sömürüyü gözünü kırpmadan uygulayan, ‘paranın kutsallığı’ önünde diz çöken burjuva anlayışlar, ve bir taraftan henüz nüve halinde olan kominist ve devrimcilerin yaşatmaya çalıştıkları proletaria idolojisinin yansımalarını görmek mümkün. Ve tüm bunların içiçe geçtiği toplumsal bir komplike bir yapı ile karşılaşiyoruz. Ve bunların somutlaştığı yığınla irili ufaklı anlayış toplumu yön vermeye çalışmaktadır. Örneğin; ‘dünya malı dünyada kalır’deyıp,bu dünyada - başkada dünya yoktur maddi ve ma nevi değerler için mücadele etmeyenler. ‘ Her koyun kendi bacağından asılır’ deyip, örgütlülüğü ve kollektivizmi yadsıyan… Bireyciliğive bireyselliği kutsayan anlayışlardan tutalımda her türlü değerin ve saygınlığın üzerinde tutulan paranın söz sahibi olması vb. Anlayışlar , toplumdaki her türlü yozluğun, karmaşanın ve mutsuzluğun maddi temelini teşkil etmektedır.
Her topluma damgasını vuran bir ahlak anlayışı vardır. Bizim toplumda ,’ahlaklı’ ya da ‘ saygın’ bir kişiliğe sahip olmak, genel olarak iki tür anlayışn etkisi altındadır. Birincisi ; genel feodal anlayışı yansıtır. Ve ahlakı kadın –erkek düzleminde ele alır. Diğeri ise, paraya yada mevkiye sahip olmayı saygın olmanın kıstası sayar. Oysa namus ve ahlak anlayışı tek tek olgular la açıklamak doğru değildir. O bir yaşam biçimidir. O topluma karşı insanliğa karşı,sınıfa kaşı hak ve görevlerinin bilincinde olma anlayışıdır. Leninin söylemiyle; ‘Proletaryanın namusu sınıf savaşımıdır’ güzelden, iyiden, doğrudan yana tavır almak vede onu hakim kılmak çabasıdır.
‘Ahlak, insanların gerek birbirleri, gerekse toplumsal görüngüler karşısında pratik davranışlarını yönlendiren töresel ilkelerin, değer yargılarının, normların ve kuralların oluşturduğu, toplumsal yönden koşullanmış ve özü tarihsel olarakdeğişen tarihsel bilinç biçimidir.
Engels, yine ahlak konusunda şunları söylüyor; ‘Ahlak ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını doğruluyor, ya da ezilen sınıfın yeteri kadar güçlü bir duruma geldiği andan itibaren, bu egemenliğie karşı baş kaldırmayı ve ezilenlerin gelecekteki çıkarlarını temsil ediyordu,’(Engels,Anti Dürhing, Sf 166.167)
Toplumumuzdaki insanların ezici çoğunluğu, küçük burjuva, feodal bir çevrede gözlerini dünyaya açıyorlar.İstisnalar hariç bir çoğumuzda bu çevrelerden gelmişzdir. Böyle bir ortamın varlığı, kişiliğimizin sağlıklı elisimi önünde engel teşkil etmekte, yaşam pratiğimizde zikzaklar çizmemize neden olmaktadır. Kişi doğduştan melek yada şeytan olmayacağına göre, toplumda varolan değer yargıları, onun kişiliğinin gelişiminde de belirleyici olmaktadır. Marks’ ın söylemiyle; yaşamı belirleyen bilincimiz değil, bilincimizi belirleyen sosyal yaşammımızdır. ‘Yaşamda iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel -çirkin, savaş- barış ve bir dizi akla gelebilecek her konudaki çelişki birarada bulunmaktadır. Gelişim ve değişimi sağlayan da budur. İyi kötüye göre vardır.
Doğrü yanlışa göre vardır. Ve toplumdaki her birey varolan bu zıtlıklardan etkilenmekte, kişiliği ona göre şekillenmektedır. Bunu böyle kavrayamazsak bir zaman diliminde kötü değer yargılarına sahip olan bir insanda, başka bir zaman diliminde iyi değer yargılarına sahip olduğunu görünce şaşırıp kalırız. Bunu tersi durumunda olanak dahilindedır. Gelişim ve değişim diyaletiğin vazgeçilmez koşulu larından biridir.
Olumlu değer yargıları konusunda çaba sarfeden ve yaşamına hakim kılmak için iradesini kullanan insanlar, sağlam bir kişiliğe kavuşurken, bu konuda çaba sarfetmeyenler- onlara bu konuda yardımcı olunmadığı koşullarda -zayıf kişilikleriyle rüzgara göre yön değiştirirler. Zayıf bir kişiliğe sahip iken, kendisine karşı vediği amansız bir mücadele ve çevresinin yardımıyla kişiliğini sağlamlaştırıp, duygularını doğru rotaya oturturken, bir zaman iyi olan kişi içindeki nüve halinde de olsa ,boy veren olumsuzklara karşı mücadelede etmediği koşullarda- çevresini saran olumsuzluklardan da etkilenerek süreç içinde bu zayıf yanı gelişerek tüm varlığını kapsar ve zayıf kişilikli bir insan olup çıkar. İyi iken gerileyip kötü olmak, kötü iken ,kötü yanlarını atarak gelişip iyi olmak, işte böylesi bir süreci izlemektedır
Bu nedenle sağlam bir kişiliği sürekli kılmak istiyorsak, olumsuzluklara karşı açtığımız savaşımda sürekli olmaklıdır. Başka bir deyişle, iyi değer yargılarını içselleştirmeli ve onu günlük yaşamımıza hakim kılmalıyız. Bizi çevreleyen şartlara göre gel -git olayı yaşamamalıyız. Tutarlilik budur – Bunu sürekli kılmak içinde kişinin öncelikle kendini tanıması şarttır. Kendini tanıyan, bilen kişi bu karşıt ve çelişik durumlardan yararlanıp yeni bileşimler yapar, kötüleri görerek iyiyi, çirkinliklerden kaçınarak güzeli, hataları azaltarak doğruyu bulur. Öte yandan insan başkalarıyla birlikte vardır. Onlarla birlikte gelişir, değişir, değer kazanır. Bu nedenle insan kendini tanımadan başkalarını tanıyamaz, tanımadan ilgi duymaz ve ilişki kuramaz. ‘(Kişilik Özcan Köknel)
Kişilik süreç içinde kazanılan bir olgudur. Ve kişiliğimizn oluşmasını, bizi çevreleyen şartlardan, sınıfsal konumumuzdan ayrı olarak ele almalıyız. Bu sürecin sağlıklı ya da sağlıksız olması zigzaklar çizmeside mümkündür.
Kişiliğin sağlıklı gelişiminden ne anliyoruz.? Bunu şöyle yorumlamak mümkündür. Çocuk çevresinde yaşanan bazı olguları anlamaya başladığı andan itibaren bu çocuğun “özerklik dönemi” denilen evresinde daha titiz durmayı gereklikılıyor. Bu evre 1 -3 yaş arasındadır. Bu süre zarfında çocuk yürümeye ve konuşmaya başlamiştır. Çevresini tanıyıp öğrenmek ister. Özerliğini sınırsız bir özgürlük olarak kullanma eğilimi yanında , anne ve babaya boyun eğme ve bağımlılık sorumluluk duygusunun gelişmesini sağlar.”Yaşı ve kavrama düzeyine uygun olarak ona kazandırılan hak ve sorumlulukların bilincinde olmasıdır. Nasıl ki beş yaşındaki bir çocuktan yirmi yaşındaki bir gencin davranışını beklemek yanlış ise, yirmi yaşındaki bir gencin beş yaşındaki çocuk gibi davranmasını beklemek, hak ve sorumluluklarının aynı olduğunu düşünmek o kadar yanlıştır. Kısaca özetlersek,sağlıklı gelişim insanın yaşına uygun, hak ve sorumluluklarının bilincinden olarak gelişmesidir. Hak ve sorumluluklar bir birilerini tamamlayan iki olgudur. Birinden birinin yeterince kavranmaması kişiliği çarpık gelişmesine neden olmakta yada her söyleneni sorumluluğum dur diye yapan ve haklarının bilincinde olmayan ezilmiş bir kişilik ortaya çıkar. İşte sağliklı gelişim bu kişinin diyalektik bileşimidir.
Toplumsal yapılanmamıza baktığımızda, insanların çoğunun kimliğini bulması öyle kolay ya da sağlıklı bir süreci izlemiyor, zikzaklar çizip duruyor. Sağlıklı bir gelişim yerine , sıçramalı ya da alabora olmuş bir kimlik aratışı gündeme geliyor. Buda doğal olarak sancılı ve zor oluyor. İnsan diğer kimliği buluncaya kadar birçok hataya düşmekten kendini alamıyor. Bu sürecin daha kısa ve daha acısız olamsı için kişinin yüreğine iyi biri olma noktasında sonsuz bir çaba gösterme duygusu yerleşmeli, çevresininde ona doğru bakış açısı kazandırma noktasında yardımcı olmalıdır. Fakat, şurası açık bir gerçektır ki, genel açısından sağlıklı bir gelişim çizgisi ancak üretim ilişkilerinin sosyalist ve giderek kominist olmasıyla mümkündür. Tüm bunlar, sağlıklı gelişim içinde hiçbir sıkıntıya rastlanmayacaktır anlamına gelmemelidir. Örneğin, çocuğun buluğçağına geçişinde, biyolojik değişimden dolayı belli bir huzursuzluğu ve arayışı olacaktır ya da uyum sağlamakta ve kavramakta zorluk çektiği bazı sorunlarla karşılaşabilecektir. Ama tüm bunlar, onu çok sarsmayacak, kazandığı kimliği sayesinde hak ve sorumluluklarını unutmadan bu dönemide atlatacaktır.
Sıçramalı kimlik sahibi oluşunun, küçük burcuva ya da feodal değer yargılarıyla kazamış birinin, devrimci mücadeleye katılırken gösterdiği zigzaklarda görmek mümkündür. Bu köyden kente göçenlerde daha bariz bir şekilde görülmektedir. Hak ve sorumluluklarının sınırlarının hep başkaları tarafından çizilen biri, birgün kendi yaşamının üzerinde kendinden söz sahibi olabilecegi düşüncesiyle karşılaşıyor. Şimdiye kadar savunduğu ay da uymak zorunda kaldiği bir dizi değer yargısının yanlış olduğunu görüyor, çeşitli çevrelere girip çıkıyor, .çeşitli kitaplar okuyor.
Birden bire bu değer yargılarıyla karşılaşma , böylesi bir çevreden gelen kişiler üzerinde iki türlü etki bırakmaktadır: Bunda kişinin olayları algılama kapasitesiyle
çevresinde ona yol gösteren kişi ya da yapılanmaların, doğru bakış açısıyla yaklaşıp yaklaşmamalarınında rolü vardır. Biri daha olumlu sürece girerken, diğeri doğruları yaşama geçireyim deken, daha bencil ve anarşistçe duygulara klapılabiliyor. Olumlu bir gelişme sürecine girmiş bir insan, şu mantık silsilesine göre hareket eder. Evet şimdiye kadar bu gerçeklerden uzak yaşadım. Kendi yaşamım üzerinde söz sahibi olduğunu ve dünyanın değişmeside katkıda bulunacak gücümun olduğunun vede bir dizi sorumluluklarının olduğunu belli ölçüde bilincine vardim.
Ama ha deyince hemen bu haklarımın tümünü kullanamam. Ve de toplumu hemen değiştirmem mümkün değildir. Onun için görevim kendimle birlikte toplumunda değişmesine örgütlü bir çerçevede katkıda bulunmaktir.’
Diğer tipteki insanda meseleri yeterince özümseyemediği icin (yada işine öyle geldiği için) yıllardır toplum, devlet veya ailesi tarafından gasp edilen haklarının savunculuğunu yapar. Benim hakkin olan herşyi hemen hayata geçirmeliyim, buna engel olan herkesi ezer geçerim mantığına kapılıyor. Bunun en basit örneğini ailelellerimizle olan ilişkilerde görmek mümkündür. Haklarımızın bilincine vardığımız an- bu sorumluluklarında bilincine varılmadığiı an çarpıklığı içinde barındıracaktır, ailemizi bu hakların önünde engel görüp şiddetli tepki duymak yada bir çırpıda reddetmek… oysa onlarda bu toplumun parçasıdırlar ve onca değer yargısı bir kez haklarımızı söyleyince silinip yok olmaz.
Bu, sabir ve özverile ailemizinde değişmesine katkıda bulunmamız gerektiğini kavramamaktır. Bu anlayış, örgütlenmeler içinde sorunun demokrasi yanın ele alıp merkeziyetçi yani zaafa uğratma şeklinde yansımaktadır. Halkın deyimiyle;’ kendine müslüman’ olanın içselleştirilmesi olgusunu taşır. Küçük burjuva örgütlenmelerin özünde yatan da genelde bu çarpık mantık oluyor. İdoloşik dönüşüm sağalmanamadığı için sınıfsal karekteri nedeniyle, porleteryanın disiplini ve üretimdeki yerlerinden de kaynaklanan kollektivizim ruhu, sorumluluk duygusu bu yapılanmalardan uzak kalıyor. Bunca bölünüp parcalanma 35 kişiyle örgüt kurma çabalarıda burada kaynaklanıyor.’ Benim haklarım, benim toplumdaki yerim, benim deyip de halka karşı sorumluluğu bilinç üzerine çıkarmama ya da çıkarmak istememe … Disipline edilenmeyen bir mantık silsilesi. Sağlıklı gelişim çizgisine girmeyenlerde gördüğümüz hep bu oluyor. Kaprisli, bencil ve bitmek, tükenmek bilmiyen, apıcı yanı olmayan eleştiriler, sızlanmalar vb.. Ve işte burada milli bir felaket dediğimiz tipte insanlar ortaya çıkmış oluyor. Milli den kasıt tüm bunları devrimcilik adına savunur durumda olmasıdır.
Davam edecek