www.gilaniler.org Sitesine

http://www.gilaniler.org/

Turna Kuşu Suratında Mürşit (TURNA KUÇU SÜRATINDA MURŞİT)

ALEVİLER VE TURNA KUŞU

AKDENİZ’İN İKİ YAKASI

Her şey Orta Torosların bir yanından hasretle Akdeniz’e bakan öte tarafından Göller bölgesine doğru uzanan sancılı yamaçlarında oldu.Yirmi kilometre çapındaki bu küçücük coğrafya iki bin yıl boyunca en derin kederlere ve ulaşılmaz engin sırlara ev sahipliği yaptı.

Eski Çağın ünlü Komama dergah-devleti, Antalya’nın Kuzeyinde, Burdur iline bağlı Bucak ilçesinin Ürkütlü nahiyesindeydi.’Kutlu Kadın Ana’nın halkının yaşadığı Hıristiyanlık öncesinin bu kutsal ve dokunulmaz kenti dördüncü yüzyılda Hıristiyan askerleri tarafından yakılıp yıkıldı.Hıristiyan kilisesinin yaymaya çalıştığı Ortaçağ karanlığını karşı ilk örgütlü mücadele Bu yıkık ama kutsal kentin harabeleri üzerinden yükseldi . Sahapivan Hıristiyan konsilinin nefretine maruz kalan ve konsil kararlarında ilk iki Hıristiyanlık karşıtı hareketten biri olarak tanımlanan  Işık- Mezghnean direnişinin merkezi   Pisidya’daki  yıkık Komana kutsal kentiydi.

Abdal Musa tarafından kurulan, Aleviliğin on beşinci yüzyılda Anadolu’daki en büyük merkezi olan ‘Abdal Musa Dergahı’ da   Antalya’nın Kuzey Batısındaki Elmalı’ya bağlı Tekke köyünde, eski çağın kutsal Komana şehrinin yanı başındaydı..Abdal Musa Kadın Ana’ya adanmış bereket törenlerini yeniden burada kurumlaştırdı.Adına ‘Abdal Musa Erkanı’ denilen son Alevi manifestosunu Anadolu’ya buradan yaydı.

İlerleyen satırlarda ele alacağımız 1511 yılında ortaya çıkan,Şahkulu başkaldırısının önderi Baba Tekeli bu bölgede, Hıristiyanlık karşıtı Mezghnean direnişinin olduğu aynı yerde Komama’da (Kızılkaya) doğdu.Yaşamını yakın bir köyde,  Bucak ilçesinin Yalımlı köyünde sürdürdü..Baba Tekeli Antalya-Burdur arasından topladığı yirmi bin kişilik ’yoksullar ordusu’ ile Osmanlı Devletinin üzerine doğru yürüyüşünü kutsal Komama kentinin harabelerinin önünden başlattı. Eski çağda ‘Kadın Ana’ adına yükseltilmiş kutsal ‘Komama’ şehri tüm zamanlarda Pisidya’nın ruhani merkezi oldu.

Bu kendisi küçük, gizemi büyük  toprak parçası  denize paralel uzanan yüksek dağların üzerinden dik yamaçlarla Akdeniz’e iner.Pisidya’nın denize açılan kapısı Fenike limanıdır.Eski Çağda Acıçay (Limyros) Akdeniz’e ulaşmadan önce biraz genişler ve sakinleşir deniz de burada karanın içine girerek küçük bir koy oluştururdu..Finike limanı bugün İskele mahallesinin olduğu yerde,Acıçay’ın Akdeniz’e kavuştuğu noktada,bu küçük haliç in kıyısındaydı.

Bizans kıyıcılığının Akdeniz yalısını,Torosları ve göller bölgesini kasıp kavurduğu yıllarda,Anadolu insanının gemilerle Kıbrıs’a Sicilya’ya İtalya’ya sürüldüğü çağlarda,Pisidya’nın kendi çocuklarından ayrılması Finike kıyılarından başladı. Bizanslılar,gemiler dolusu ‘Işık taifesi’ni  bu limandan Kıbrıs’a ve Kuzey İtalya’ya sürgüne taşıdılar Bir daha kavuşulmayacakların hasreti  geride kalanların üzerine bu limanda  çöktü.Yüz yıllar boyunca bu limandan kalkan her gemiye uzak dostlara ulaşır umudu ile  çok selamlar  yüklendi.Çok insan bu sahilde gözleri ufuk çizgisine kilitli ,belki bir haber gelir diye,görmediği limanlardan kalkan  bilmediği  gemilerin yollarını bekledi.

Ayrılıkların limanı Fenike, dosta giden denizin başladığı sahil ve dosttan gelen su yolunun  karaya çıktığı yer oldu aynı zamanda. Bu liman, Anadolu Işıklarının denizaşırı ülkelerdeki  dostluklarına açılan penceresiydi. Anadolu o dostun Akdeniz’in dalgalarına düşmüş sesini bu limanda duydu.O dostun sesi burada karaya çıktı ve bu sahilden Anadolu’ya yayıldı.

Finike ile Mısır ülkesindeki İskenderiye şehri ,aynı denizin  iki kıyısında harita üzerinde (daha çok da düşüncelerimizde) birbirlerinden  ayrı ve uzak yerlermiş gibi   görünseler de;  bu iki şehir aynı denizin iki kıyısındadırlar ve  birbirlerine bir su yolculuğu kadar  yakındırlar.Ve İskenderiye şehri Finike limanının gerisinde uzanan Pisidya’nın sırlarla donatılmış büyülü dünyasının hiç ayrılmamış bir parçasıdır.

Hıristiyan kilisesinin yaşamını ve gösterdiği mucizeleri çalarak kendi peygamberlerine mal ettikleri Luvi’li ermiş,eski çağın büyük mürşidi Kemerhisar’lı Apollonius ,sahip olduğu  büyük gizemlere ve ‘insan-ı kamil’ olma vasfına üç büyük kaynaktan beslenerek ulaştı.Bu kaynakların ilki ,Anadolu,ikincisi Batı Tibet’ti.Apoolnius’a okul olan üçüncü ülke Mısır’dı

Bugün bile Hıristiyan kilisesinin bir türlü savuşturamadıkları en büyük tehdidi ve korkulu rüyası olmaya devam eden Kemerhisar’lı Apolonius   Hıristiyan kilisesi tarafından Hermetik doktrinlere bağlılıkla ve yaymakla suçlanmıştı.

Apolonius’tan üç asır sonra Anadolu’da ortaya çıkan Sivas civarında ve Pisidya’da kendisini gösteren Hıristiyanlık karşıtı mücadeleye  önderlik eden Eustathius da yine aynı kilise kaynakları tarafından dış kaynaklardan beslenmekle, İskenderiye’de eğitim görmekle Hermes’in takipçisi  olmakla itham edilmişti.Hıristiyan kilisesinin ruhbanları Eustathius’un sapkın  olarak niteledikleri görüşlerini Anadolu’ya Mısır’dan taşıdığı iddiasındaydılar

L.Khachikian da Eustathius taraftarı Sivas’lıların ‘’Mezopotamya’lıMessalianlar ‘olduklarını İskenderiye merkezli Hermes tarzı bir kardeşlik örgütlenmesi içinde yayıldıklarını ve İskenderiye merkezli Hermetik inancın takipçileri olduklarını belirtir.

Erken Hıristiyanların öfke içinde ifade ettikleri gibi Anadolu ile İskenderiye şehri arasında kökleri uzak geçmişe dayanan bir gönül köprüsü vardı. Çünkü İskenderiye şehri  Anadolu Aleviliği içinde her zaman ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuş olan,  yüceler yücesi Hermes’in kentiydi ve bu şehir,Hıristiyan karanlığı yeryüzünü kaplamadan önceki zamanlarda tüm entelektüel bilginin toplandığı eski çağın en büyük bilim merkeziydi.Eski çağ bilgelerinin ve bilgeliğinin rüya kenti İskenderiye kentinin 400 000 kitaplı büyük kütüphanesinde insanlığın hafızası kayıt altında tutuluyordu

Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına kadar canlılığını koruyan ,Anadolu ile Mısır arasındaki gizemli iletişim ,Anadolu’da Hıristiyanlık eli ile beşinci yüzyılda başlatılan ve beş asır süren  kıyım ve zorunlu göçler sonrasında ve İskenderiye kütüphanesinin (İskenderiye okulunun)  eş zamanlı olarak Hıristiyanlar tarafından beşinci yüzyılda yakılıp yıkılmasından ardından uzun yüzyıllar kesintiye uğradı.

Anadolu insanı,uzun  sürgün çağlarında zulmün elinden kaçıp saklandığı asırlar sürmüş yalnızlığında  ,yakılıp yıkılmış İskenderiye şehrinin acısını ve özlemini yüreğinden hiç eksik etmedi,Bu şehirle özdeşleşmiş o büyük ustayı,’ilahi söz’ün efendisi Hermes’i hiç unutmadı.

Mısır ile Anadolu arasında beşinci yüzyılda başlayan ayrılık , Abdal Musa’nın  en güvendiği mürşidi Kaygusuz Abdal’ı –kopan fiziki bağları yeniden ve kalıcı olarak onarmak göreviyle- yanında kırk dervişi ile birlikte Finike limanından İskenderiye’ye yolcu etmesi ile birlikte vuslata dönüştü.

Erdoğan Çınar